Marmara-1 Türkiye'nin 19 Eylül 1962 yılında İstanbul/Ümraniye'de fırlattığı ilk füzesinin adıdır. Başarı ile sonuçlanan bu denem...
145 günlük savunmadan sonra kuşatmayı yarmak amacıyla giriştiği huruç hareketi sırasında şehir çıkışında yaralandı ve esir düştü. Rus Çarı II. Aleksandr bizzat teselli etti. Rus Çarı, onun esir düşmesine rağmen teslimiyet sembolü olan kılıcını almadı. Müdafaa hattı stratejileriyle esir bulunduğu dönemde hem Rus Çarı, hem de dönemin komutanları tarafından örnek alındı. Bir süre Bugot, Bükreş, Harkof ve Saint Petersburg'da esaret hayatı yaşadı. Rus Çarı tarafından kendisine kahramanlığını takdir amacıyla çifte kartal nişanı verildi.
Ruhun Şad Olsun paşam.
145 günlük savunmadan sonra kuşatmayı yarmak amacıyla giriştiği huruç hareketi sırasında şehir çıkışında yaralandı ve esir düştü. Rus Çar...
1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz'da Santiago'daki Moncada Kışlası'na 165 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi; ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı. 16 Ekim 1953'te Santiago'daki Küba Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılamada 'Sayın yargıç siz beni mahkûm edin! Tarih beni haklı çıkaracaktır!' (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı. Mahkeme sonunda 16 yıla mahkûm oldu. Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra Batista'nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı.
1955'te Küba'dan ayrılarak Amerika'ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu. İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo'nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956'da Granma yatıyla Küba'ya dönerek Oriente'de karaya çıktı. Burada hükûmet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara'nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente'nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi. Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista'nın kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı yürüttü. Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askerî yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı. Castro 1959'un ilk günlerinde Havana'ya girdi. Hukukçu Doktor Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.
1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz'da Santiago'daki Moncada Kışla...
Tarih 26 Kasım 1930’dur, günlerden Çarşamba. Mustafa Kemal Samsun Lisesi’ni ziyarete gelir. Okula girer girmez, sınıfları gezmek ister. 1B sınıfına girer. Öğrenciler derse devam eder, Mustafa Kemal de derse iştirak eder. Ders Umumi Tarih’tir, öğrenciler ödev yapmaktadır. Öğrencilerden birinin yanına gelir ve ödevine bakar, Orta Asya’nın Türk yurdu olduğu ile ilgili bir ödevdir. Mustafa Kemal, Türklerin yurdunun sadece Orta Asya olmadığını, daha geniş olduğunu söyler, bir harita çizer. İki öğrenciye sorular sorar aldığı cevaplardan memnun olur, “bu çocuklar zekidirler” der. Yarım saat sonra lise son sınıfın felsefe dersine girer. Öğrenci sıralarından birine oturur. Öğretmen dersi anlatmaya kaldığı yerden devam eder. Leibniz’in bilgi teorisini anlatırken öğretmene sonsuzluk kavramı üzerine bir soru sorar. Öğretmenin cevabını beğenir. Yarım saat sonra 5. sınıfın Fransızca dersine girer. Burada talebelerin Fransızca diksiyonunu dinler ve yine memnun bir şekilde ayrılır. Okul binasını da bir süre gezdikten sonra okul yöneticileri ve öğretmenlere teşekkür eder ve ayrılır okuldan.… Evet bu insan, bu mütevazi insan bir cumhurbaşkanıdır. Devleti yönetirken, işin en temeline inmiş ve okulları denetime ve gözlemlemeye çıkmıştır. Bu, Samsun’a çıkmanın ikinci bir boyutudur ve belki bir o kadar zorludur. Samsun’a ilk çıkışındaki mütevaziliği, kararlılığı, disiplini, inancı, öğreticiliği, yapıcılığı ile bu defa bir lisededir.
Tarih 26 Kasım 1930’dur, günlerden Çarşamba. Mustafa Kemal Samsun Lisesi’ni ziyarete gelir. Okula girer girmez, sınıfları gezmek ister. ...
Tek Tanrı İnancı Göktürkler döneminde Türkler, yüksek ve tek bir Tanrı anlayışına ulaşmışlardı. Bu Tanrı, "Gök-Tanrı" adı ile anılıyordu. Gök (sema) ve Tanrı anlayışındaki bu yakınlık mana olarak varlığını korumuş ve günümüzdeki Allah'ın mekandan münezzeh olduğunu bildiren dinlerin dahi "semavî" olarak adlandırılmasında etkili olmuştur. Türklerin Tanrı tarafından korunduğu ve hükümdarlığın ondan alındığı inancı ise Türklerde milliyet ve dünya hakimiyeti şuurunu doğurmuştur. Bu özellik dolayısıyla Türkler Tanrı'ya "Türk Tanrısı" adını vermişlerdir.
Göktürklerden sonra Oğuz ve başka Türk boyları da (Uygurlar vs.) tek Tanrı inancına ulaşmıştı. Ancak Kırgız, Başkurt ve diğer bazı Türk ulusları, 10.yüzyılda bile tek Tanrı inancına erişememişlerdi. Mesela Başkurtlar en büyüğü gökte olmak üzere çeşitli mabutları tanıyordu. Diğer bazı Türk boyları ise güneşe, yıldızlara, büyük dağ ve nehirlere Tanrı sıfatını veriyordu . Onlar gibi bazı Altay Türk grupları da, son zamanlara kadar Kara Han'ı Tanrıların en büyüğü olarak tanıyorlardı.
Kaynaklar: İbn Fadlan, Rihle (Seyahatnâme), sayfa.18-20; Zeynü'l-Ahbâr, Târîh-i Gerdîzî, sayfa.83-87
Tek Tanrı İnancı Göktürkler döneminde Türkler, yüksek ve tek bir Tanrı anlayışına ulaşmışlardı. Bu Tanrı, "Gök-Tanrı" adı i...
Cumhuriyet döneminde demokrasinin işleyişi sık sık darbelerle kesildi. Aslında bu bizim eski bir geleneğimiz. Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri isyanlar ve darbeler, Fatih Sultan Mehmed’in ilk hükümdarlığı zamanında 1446 Buçuktepe İsyanı ile başlar ve 1913’teki Bâbıâli baskınıyla sona erer. Neredeyse Fatih Sultan Mehmed’den sonra isyanla yüzleşmeyen Osmanlı padişahı yok gibidir. 36 Osmanlı padişahından 12’sinin isyan ve darbeyle tahtını kaybettiği gözönüne alındığında durumun vahameti daha iyi anlaşılır.
Günlerce, hatta aylarca devam eden isyanlar İstanbul halkına korkulu günler yaşatıyor, günlük hayat tamamen felç oluyordu. İsyanlar zaman zaman o kadar ileri boyutlara ulaşıyordu ki, bazen devlet adamlarının cesetleri köpeklere yem ediliyor, bazen sadrazamların kelleleri alınıyor, bazen de padişahlar acımasızca katlediliyorlardı.
Cumhuriyet döneminde demokrasinin işleyişi sık sık darbelerle kesildi. Aslında bu bizim eski bir geleneğimiz. Osmanlı İmparatorluğu’nda...
Kutsal Engizisyon, altı asır boyunca asileri, dinsizleri, cadıları, homoseksüelleri, paganları vb. cezalandırdı.. Birçoğu tam kurumamış odun yığınları üzerinde yavaş yavaş yanarak can verdi. Ve çok daha fazlası da işkenceye maruz kaldı. İtirafları elde etmek, kusurları düzeltmek ve korku salmak için uygulanan yöntemlerden bazıları şunlardı :
Dikenli tasma ; asılı kafes ; rahatsız edici, demir ağız tıkacı ; vücudu yavaşça ikiye bölen testere ; parmak kıran mengeneler ; kafa ezen mengeneler ; kemik kıran sarkaç ; iğneli iskemle ; "Şeytan"ın içine giren uzun iğne ; et koparan demir kancalar ; ateşte kızdırılan mandallar ve maşalar ; içleri çivili lahitler ; kolları ve bacakları yerlerinden koparana kadar geren demir yataklar ; iğne veya çengel uçlu kamçılar ; içi dışkı dolu fıçılar ; zindan, kapan, kasnaklar, halkalar, kancalar ; dinsizlerin ağzına, homoseksüellerin kıçına ve İblis'in aşıklarının da vajinasına sokup içeride açtıkları armut biçimli aletler ; cadıların ve zina yapan kadınların memelerini sıkıştırdıkları mandal ; ayaklarının altında yakılan ateş... Ve "erdem"in diğer silahları..
(EDUARDO GALEANO, "Aynalar / Neredeyse Evrensel Bir Tarih")
Kutsal Engizisyon, altı asır boyunca asileri, dinsizleri, cadıları, homoseksüelleri, paganları vb. cezalandırdı.. Birçoğu tam kurumamış o...
Bir gün Akşehir civarında bir köye gittim. Çok yağmur yağıyordu ve soğuk vardı. Kendimi belli etmeyerek, bir evin önünde duran kadına: Bacı yağmur var, soğuk var. Beni çatın altına kabul eder misin dedim? O hiç tereddüt etmeyerek, buyurun dedi ve beni bir odaya aldı. Odada ateş olmadığı ve yeni bir ateşin yakılması uzun zamana bağlı olduğu için:
İsterseniz bizim odaya gidelim. Orada hazır ateş var dedi. Odaya girdik. Ondan sonra komşulardan birkaç kadın ve birkaç erkek geldi. Beraberce konuşmaya başladık. Konuşurken bana en önemli soruları soranlar kadınlar oldu. Askerin vaziyetini, düşmanın halini, en önemli düşmanın hangisi olduğunu sordular ve bunları sorarken hiç bir telaş ve hileyi lüzum görmediler. İnsanca konuştular. Fakat biraz sonra, benim kim olduğumu anlayınca telaş gösterdiler ve söyledikleri, sordukları şeylerden kendilerine bir zarar geleceğini zannederek korktular! Çünkü şimdiye kadar resmi bir adamla açıkça konuşmayı büyük bir suç gördüler.
Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009
Bir gün Akşehir civarında bir köye gittim. Çok yağmur yağıyordu ve soğuk vardı. Kendimi belli etmeyerek, bir evin önünde duran kadına: Ba...
Fransa ve İtalya limanlarında hazırlanan 35.000 kişilik büyük bir donanma ile 19 Mayıs 1798'de harekete geçen Napolyon Bonapart, 21 Temmuz'da yapılan Ehramlar Muharebesini de kazanıp Kahireyi işgal etti.
Kur'an'ın yalanlar ile dolu olduğunu söyleyen Napolyon, Mısır halkının sempatisini çekmek için İslam'ı kullanmaya çalışmıştır. ''Mısır halkı! Size, dininizi yakmak için geldiğimi söyleyeceklerdir. İnanmayınız. Onlara, haklarınızı iade etmek için geldiğimi söyleyiniz. Memluklardan daha fazla Allah'a, Peygamberine ve Kur'an'a saygı duyduğumu söyleyiniz.'' Demiştir.
Bunun üzerine Mısır halkı kendisine ''Sultan el-Kebir''(Büyük Sultan) unvanını vermiştir. Mekke şerifi de kendisine ''Kutsal Kabe'nin koruyucusu'' demiştir.
(Prof. Dr. Fahir ARMAOĞLU, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi, s.74-75)
Fransa ve İtalya limanlarında hazırlanan 35.000 kişilik büyük bir donanma ile 19 Mayıs 1798'de harekete geçen Napolyon Bonapart, 21 T...
Hazar Kağanlığından bahseden kaynaklar; ordu sefere çıktığında her asker yanında iki metre boyunda, ılgın ağacından kazıklar bulundurduğunu, konakladıkları zaman herkesin yanındaki bu kazıkları düzgünce yere sapladığını, kalkanların bu direklere dayandırıldığını ve böylece kısa bir zaman içerisinde karargahın etrafının sanki surlarla çevrilmiş gibi olduğunu söylerler. Buna bağlı olarak meşhur Moyun Çor Kağan’ın da 750 senesinde otağını kurdurduğunu, burayı çitlerle güvence altına aldırdıktan sonra, kitabesini yazdırttığını bilmekteyiz. Bununla beraber ordu yeri arabalarla çevrelenmekteydi ki, bu da bir nevi savunma...
Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çev. A.Batur, İstanbul 2001
Hazar Kağanlığından bahseden kaynaklar; ordu sefere çıktığında her asker yanında iki metre boyunda, ılgın ağacından kazıklar bulundurduğu...
İsa'dan önce 31'de, Roma, Kleopatra'ya ve hem şöhrette hem de yatakta Sezar'ın mirasçısı olan Marcus Antonius'a savaş ilan etti.. Bunun üzerine İmparator Augustus kamuoyu nezdinde gücünü sağlamlaştırmak için halka rüşvet olarak tuz dağıttı.
Pleplere (yönetilen sınıf) tuz hakkını aslında patriciler (yönetici sınıf) vermişti, ama alabilecekleri miktarı Augustus artırdı. Roma tuzu seviyordu. Kaya tuzu ya da deniz tuzu, Romalıların kurdukları şehirlerin yakınlarında her zaman tuz oluyordu.
İmparatorluğun, Ostia plajından tuz getirmek için açtırdığı ilk yolun adı "Via Salaria" oldu (ekteki fotoğraf). "Maaş" anlamına gelen "salario" sözcüğü köken olarak, o dönemde askeri seferlere katılan lejyonerlere ödemenin tuz olarak yapılmasından gelmektedir..
(EDUARDO GALEANO)
İsa'dan önce 31'de, Roma, Kleopatra'ya ve hem şöhrette hem de yatakta Sezar'ın mirasçısı olan Marcus Antonius'a sava...
YUSUF ZİYA ORTAÇ'ın, 1960 baskısı, "Gün Doğmadan" adlı kitabından... 1949 yılı başlarında, CHP iktidarının son bütçesi tartışılmaktadır. Muhalefet Atatürk için satın alınan Savarona yatını lüks bellemekte, masrafının yüksek olduğunu ileri sürmektedir. Savarona satılmalı, talibi çıkmazsa torpillenip batırılmalıdır !..
Başbakan Şemsettin Günaltay, yanındaki milletvekilinden bu konuya yanıt vermesini ister. O, kararlı bir şekilde kürsüye çıkıp der ki : "Sayın arkadaşlar... Savarona yatının ne zaman alındığını, niçin alındığını, kime alındığını hepiniz bilirsiniz elbet.. Ama, bulanan hava içinde, yeniden bir kibrit çakmak, konuyu aydınlatmak lazım ; Vatan kadar büyük, vatan kadar güzel bir insan, Atatürk hastaydı, ölüm hastası.. Fransa'dan getirtilen doktor ona, şehrin tozlarından uzak, deniz havasının faydalı olacağını söylemişti.. Bize, hür insanlar içinde yaşama gururunu kazandıran kahramana karşı bizim de bir vazifemiz yok muydu ?.. Vardı elbet !.. İşte, o günkü hükümet, bu asil duygu ile şimdi batırılması istenen Savarona'yı bulmuş ve almıştı.."
Bu ateşli yanıtın sahibi daha sonradan DP'nin başına geçen, üçüncü cumhurbaşkanı CELAL BAYAR idi...
YUSUF ZİYA ORTAÇ'ın, 1960 baskısı, "Gün Doğmadan" adlı kitabından... 1949 yılı başlarında, CHP iktidarının son bütçesi tart...
Romalı kadınlar senede bir gün mutlak iktidarın tadını çıkarırlardı. Evli kadınlar bayramı "Matronalias" boyunca onlar hükmediyorlardı ; erkekler de onların dediklerini yapıyorlardı..
Eski Babil'deki eğlencelerin devamı olan "Saturnalias"lar bir hafta sürer ve "Matronalias"lar gibi dünyanın düzenini altüst ederlerdi. Hiyerarşiler tersine dönerdi : Zenginler, evlerini istila eden, giysilerini giyen, masalarında yemek yiyen ve yataklarında uyuyan yoksullara hizmet ederlerdi. Tanrı Saturnus'un şerefine düzenlenen "Saturnalias"lar 25 Aralık günü doruğa ulaşırlardı. O gün Yenilmez Güneş günüydü ; asırlar sonra bir Katolik kararnamesiyle günün adı "Noel" yapıldı..
Avrupa'nın ortaçağı boyunca kutlanan "Masum Azizler Günü" sırasında iktidar çocuklara, aptallara ve delilere bırakılırdı. İngiltere'de "The Lord of Misrule / Düzensizlik Efendisi" hüküm sürerdi. İspanya'da ise, her ikisi de tımarhanede yaşayan "Horozların Kralı" ile "Domuzların Kralı" taht için kapışırlardı. Başına bir Papa başlığı takıp eline bir asa alan çocuk "Delilerin Papası" olur ve parmağındaki yüzüğü öptürürdü ; bir eşeğin üstündeki başka bir çocuk ise piskopos vaazları verirdi..
Tersine dünyanın bütün bayramları gibi bu geçici özgürlük alanlarının da bir başı ve sonu olurdu. Çok kısa sürerlerdi.. Kaptanın emir verdiği yerde mürettebata emir vermek düşmez !..
(EDUARDO GALEANO)
Romalı kadınlar senede bir gün mutlak iktidarın tadını çıkarırlardı. Evli kadınlar bayramı "Matronalias" boyunca onlar hükmedi...
Orhan Kemal, cezaevinde Nazım'ın yanında yatmaktadır. Büyük üstada her gün bir şiir yazıp getirir. Nazım sıkılmadan her gün okur bu şiirleri ve "olmamış !" der. Sonunda bir gün dayanamaz ve Orhan Kemal'e "Oğlum sen şiir yazma artık.." der, "git hikaye yaz, çok daha başarılı olursun.." İşte Türk edebiyatının en büyük hikaye yazarı ve romancılarından biri böyle çıkar ortaya..
Orhan Kemal, 1940 yılında Bursa Cezaevi'nde tanışmıştır Nazım Hikmet'le. Onun toplumcu görüşlerinden etkilenmiştir. Üç buçuk yıl Nazım'la koğuş arkadaşlığı yapan Orhan Kemal, kendisinden Fransızca, felsefe ve siyaset dersleri de almıştır. İlk düzyazı denemesi olan "On Sekiz Yaş" adlı romanını da yine Nazım Hikmet'in yardımıyla yazmıştır..
ERTÜRK AKŞUN
Orhan Kemal, cezaevinde Nazım'ın yanında yatmaktadır. Büyük üstada her gün bir şiir yazıp getirir. Nazım sıkılmadan her gün okur bu ş...
İncil'e göre "fahişe ve fahişelerin anası" olan lanetlenmiş şehir Babil'de, insan küstahlığının bir sembolünü teşkil eden o kule göğe doğru yükselmekteydi..
Öfkenin yıldırımı fazla gecikmedi : Tanrı kuleyi inşa edenleri, artık birbirleriyle asla anlaşamasınlar diye, farklı diller konuşmaya mahkum etti ve kule sonsuza kadar yarısı bitmiş bir halde kaldı..
Eski İbranilere göre insanların konuştuğu dillerin farklılığı ilahi bir cezaydı..
Ancak Tanrı bizi cezalandırmak isterken tek bir dilin sıkıcılığından kurtararak belki de bize bir iyilik yaptı..
(EDUARDO GALEANO, "Aynalar")
İncil'e göre "fahişe ve fahişelerin anası" olan lanetlenmiş şehir Babil'de, insan küstahlığının bir sembolünü teşkil ed...
1959 yılının bir pazar günü okyanusu aşıp Arjantin'e varacak bir uçağın yolcu listesindeydi Turgay Şeren.. Aynı yılın Şubat ayında, tam olarak 17'sinde ise Brezilya'nın Botofoga takımı karşısında, sırtında River Plate formasıyla sahadaydı. Botofoga'nın kaptanı gelecekte Fenerbahçelilerin yakından tanıma fırsatı bulacağı bir isim olan Didi idi.. Turgay'lı River Plate, Botofoga'yı 2-1 mağlup etmeyi başarıyordu..
Turgay'ın, Galatasaray'ın dışında formasını giydiği tek kulüp olan, River Plate formasıyla çıktığı ikinci maç Arjantin takımı Mal Der Plate'ye karşıydı. Turgay bu maçta kalesini gole kapadığı için maç 0-0 bitecekti..
River Plate yönetimi ve taraftarı Turgay'ın River Plate'nin kalesini koruyabilecek bir kaleci olduğuna ikna olmuşlardı. İyi bir transfer ücretiyle bu işi bitirmeyi planlıyorlardı. Ancak o sıralarda devam eden yönetim kurulu toplantısında Galatasaray Başkanı Sadık Giz bu transfer hakkında ne düşündüğünü açık bir dille ifade ediyordu :
"Turgay'ı bırakmak Galatasaray'a ihanettir.."
Turgay dönmemekte ısrar ettiği takdirde Uluslararası Futbol Federasyonu'na şikayette bulunacaklarının da altını çiziyordu üstelik.. Arjantin-Türkiye arasında kurulan telefon hattında konuşulanlar hiçbir şeyi değiştirmiyor, biraz zoraki de olsa Turgay Şeren yeniden yuvaya dönüyordu..
EGE GÖRGÜN
1959 yılının bir pazar günü okyanusu aşıp Arjantin'e varacak bir uçağın yolcu listesindeydi Turgay Şeren.. Aynı yılın Şubat ayında, ...
Ayyaşların piri Bekri Mustafa Üsküdar iskelesinde kayıkçılık yaparken bir gün Sultan Dördüncü Murad ile Sadrazam Bayram Paşa tebdil gelirler ve mahsus koca ayyaşın kayığına binerler. Sahilden bir hayli açılınca, kayıkçı, rakı testisini dikip birkaç yudum çeker. Sultan Murat "Baba, testiyi uzat, bir yudum da ben içeyim !" der. Mustafa güler, "Sen içemezsin oğul, içindeki su değil, rakı !" der. Padişah, "niye içemeyelim ?" deyince, "Tahammül edemezsiniz, belli olur, hem kendinizi hem beni yakarsınız !" der. Beriki ısrar edince testiyi uzatır. Yol aladursunlar, testi elden ele dolaşır. Bir ara Sultan Murad, "Baba sen padişah yasağından korkmaz mısın ?" diye sorar. Bekri Mustafa, "Korkarım amma, padişah burada beni nereden görecek ?" der. Padişah, "Ya ben haber verirsem ?" deyince, "Veremezsin, sen de içtin, kellelerimiz beraber düşer !" cevabını verir. Bunun üzerine çakırkeyif olan hükümdar, "Ya ben padişah, bu adam da Sadrazam Bayram Paşa ise !" deyince, Bekri Mustafa kürekleri bırakıp kahkahayı atar, "Hay köftehor. Ben demedim mi tahammül edemezsiniz diye. şunun şurasında iki yudum rakı içtiniz, biriniz padişah, biriniz vezir olmaya kalktı !.." der..
(REŞAD EKREM KOÇU, "Tarihimizde Garip Vakalar")
Ayyaşların piri Bekri Mustafa Üsküdar iskelesinde kayıkçılık yaparken bir gün Sultan Dördüncü Murad ile Sadrazam Bayram Paşa tebdil gelir...
Türkler, Müslüman ordularına yüzlerce yıl direnmişlerdir. Araplar, cihat adı altında ganimet elde etmek (yağma) için, Türkistan’a dalmışlar; çok kan akıtmışlar; milyonlarca çocuğu, kadını, genci köleleştirmişler; tapınakları yağmalamışlar; sürüleri Arabistan’a yollamışlardır.
Kaynak: Ord. Prof. Dr. Vasily Viladimiroviç Bartold, Moğol İstilasına Kadar ‘TÜRKİSTAN’
Türkler, Müslüman ordularına yüzlerce yıl direnmişlerdir. Araplar, cihat adı altında ganimet elde etmek (yağma) için, Türkistan’a dalmış...
"Milletimiz, yüzyıllarca bu saçma görüş açısından hareket ettirildi. Fakat ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu evlatlarının miktarını biliyor musunuz? Suriye’yi, Irak’ı korumak için , Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da tutunabilmek için ne kadar insan yok oldu, bunu biliyor musunuz? Ve sonuç ne oldu, görüyor musunuz? ...Yeni Türkiye’nin ve yeni Türkiye halkının,artık,kendi yaşam ve mutluluğundan başka düşünecek bir şeyi yoktur, başkalarına verebilecek bir zerresi kalmamıştır ! "
Mustafa Kemal Atatürk
KAYNAK: Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2007 , sf. 181
"Milletimiz, yüzyıllarca bu saçma görüş açısından hareket ettirildi. Fakat ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Ye...
Eski Çin kaynakları Türklerin Çalgı Çalmaya Ne Kadar İlgili Ve Düşkün Olduklarından Söz Ederler. Öyle Ki Türklerin Gidecekleri Yer U...
Neyzen bir meyhanede kafayı bulduktan sonra gece yarısı sokağa fırladı ve başladı küfürler savurmaya. Mahalle halkı pencerelere koştu. Mahalle bekçisi onu yakalamaya kalktı, ama kolay değildi. Karakola koşup yardım istedi. Komiser, hemen iki zaptiye alıp olay yerine gitti: ‘Ulan sarhoş herif! Ne hakkın var rezalet çıkarıp mahalle halkını uyandırmaya? Sen kimsin lan!’ ‘Komiser Bey, sen beni nasıl tanımazsın, ben sadrazamım!’ Komiser bir an durakladı, ama hemen kendini toparlayıp zaptiyelere, ‘Götürün şu herifi!’ dedi. Zaptiyeler Neyzen’i yaka paça karakola götürdüler. O yine, ‘Ben sadrazamım! Beni tutamazsınız’ diye bağırıp duruyordu. Sonunda sızıp uyudu. İki saat sonra olan biteni anımsayınca, ‘Hay Allah, yine ne haltlar karıştırmışım. Sadrazamlık beş para etmiyormuş’ diyerek komiserin odasına koştu: ‘Komiser Bey’ dedi, ‘Ben sadrazamlıktan istifa ettim!’ Kendisini koyverdiler.
(Hıfzı Topuz’un “Çılgın ve Özgür/Neyzen Tevfik’in Romanı”, Remzi Kitabevi, 2014, kitabından alıntıdır.)
Neyzen bir meyhanede kafayı bulduktan sonra gece yarısı sokağa fırladı ve başladı küfürler savurmaya. Mahalle halkı pencerelere koştu. Ma...
"Hitler vejeteryandı"... Efsanedir.. Sadece "daha sağlıklı olduğu için" sebze ağırlıklı beslenirmiş. Ama sosisten yavru güvercine kadar, çeşit çeşit ete meraklı olduğu da biliniyor..
Hitler hakkında mit olmayan bir yığın başka acayiplik var ama.. Washington Post'dan Discovery Channel'a kadar çeşitli kaynaklardan derlediklerime göre : Kontrolsüz bir şekilde sürekli gaz çıkarırmış... Sinüslerini açmak için kokain kullanırmış.. Cinsel gücünü artırmak için boğa testisleri ezilerek yapılan bir serum alırmış.. Çok fazla ilaç kullanırmış ; günde 28'e kadar çıkarmış bu ilaçlar.. Parfüm yahut kolonya kullanmazmış.. Pek gülmezmiş ve hiçbir hobisi yokmuş.. Spor yapmazmış.. Sadece müziğe meraklıymış ; bu merak da büyük oranda Wagner'de başlayıp bitiyormuş !..
(METİN SOLMAZ, "100 Büyük Yanılgı")
"Hitler vejeteryandı"... Efsanedir.. Sadece "daha sağlıklı olduğu için" sebze ağırlıklı beslenirmiş. Ama sosisten yav...
Gerilla Taktiği, küçük ve gizli birliklerin gayri nizami harp tekniklerini kullanarak, düzenli bir orduya karşı yürüttükleri yıpratma savaşı taktiği, zayıf kuvvetlerin güçlüye karşı uyguladığı direniş savaşının unsurudur. Gerilla Taktiğini Wellington'dan sonra Savaş sahasına taşıyan ikinci isim Atatürk'tür. Trablusgarp Müdafaa'sında, Trablusgarp Kıyılarına Asker çıkaran İtalyan Birliklerine karşı Derne ve Tobruk'ta gerilla tipi savaş vermiştir. Trablusgarp Kıyılarının topografik ve coğrafi özelliklerini ezberleyerek ve Yerli Halkı kendi tarafına çekerek ve örgütleyerek Gerilla Tipi Savaş'la İtalyanları Derne ve Tobruk'ta yenilgiye uğratmıştır. Bu zaferlere rağmen, Osmanlı hükümeti Uşi antlaşması ile Trablusgarp ve 12 Adaları İtalyanlar'ın inisiyatifine bırakmıştır.
Gerilla Taktiği, küçük ve gizli birliklerin gayri nizami harp tekniklerini kullanarak, düzenli bir orduya karşı yürüttükleri yıpratma sav...
Öldürme amaçlı olmayan çavuş oku çıkardığı sesle askerlere nereye yüklenileceğini göstermek ve düşmanın moralini bozmak amacıyla kullanılır. Okun temreni üzerinde delikler açılmıştır; ve ok fırlatıldığında delikten hızla geçen hava tiz bir ses çıkarır. Bu nedenle çavuş okuna vızlayan ok da denir.
Çin tarih kaynaklarında aktarıldığı üzere çavuş okunun mucidi bizzat Mete Han'dır. MÖ 209'da kendi ordusunu eğitmeye başlayan Mete Han, ıslıklı bir ok yapıp bu oku nereye atarsa, askerlerinin de kendisini takip etmesini istemiştir. Baideng'de Çinlileri kıstıran Hun ordusunda bu oklardan yüzlercesinin bulunduğu düşünülmektedir.
Kaynaklar: Türk Mitolojisi, I.Cilt, Bahaeddin Ögel, 4.baskı, sayfa:8 Hunlar, Gumilev. Bölüm 5 :Islık Çalan Oklar
Öldürme amaçlı olmayan çavuş oku çıkardığı sesle askerlere nereye yüklenileceğini göstermek ve düşmanın moralini bozmak amacıyla kullanıl...
Kâşgarlı Mahmud’un, Divanü Lugati’t-Türk’te tepük sözünü açıklarken verdiği bilgiler çok ilgi çekicidir. Kurşunun eritilip ağırşak biçiminde dökülmesinden sonra yuvarlak biçimdeki bu nesnenin üzeri keçi kılı veya benzeri yumuşak bir şeyle sarılmaktadır. Kâşgarlı Mahmud’a göre oğlan çocukları bu yuvarlak nesneyi ayaklarıyla vurarak, tekmeleyerek bir oyun oynamaktadır. Tepmek “dövmek, vurmak, tekmeleyerek vurmak” anlamındaki fiilden geldiği açık bir biçimde görülen tepük sözünün adı olduğu oyun hakkında Kâşgarlı Mahmud ne yazık ki daha fazla bilgi vermemektedir. Çocukların ayaklarıyla vurarak oynadığı bu oyun hakkında ayrıntılı bilgimiz bulunmasa da Kâşgarlı Mahmud’un verdiği bu kısa bilgiden tepük adlı oyunun futbolun ilk biçimi olduğu ileri sürülebilir.
Kaynak: Şükrü Halûk Akalın Türk Dil Kurumu
Kâşgarlı Mahmud’un, Divanü Lugati’t-Türk’te tepük sözünü açıklarken verdiği bilgiler çok ilgi çekicidir. Kurşunun eritilip ağırşak biçimi...
20 Ekim 1917 tarihli, "Rusya'nın ve Doğu'nun Bütün Müslüman Emekçilerine" başlıklı bildiride şu cümleler geçer : Tahtından indirilmiş Çar'ın imzaladığı ve devrik Kerenski hükümetinin onayladığı, İstanbul'un ele geçirilmesine ait gizli antlaşmanın yırtılarak yok edildiğini bildiririz.
Rusya Cumhuriyeti ve Hükümeti, Halk Komiserleri Konseyi, başkalarına ait olan toprakların gasp edilmesinin şiddetle karşısındadır. İstanbul, Müslüman Türklerin elinde kalmalıdır. (...) Türkiye'nin parçalanmasına ve Ermenistan'ın 'elinden alınmasına' dair antlaşmanın da yırtılarak yok edildiğini bildiririz.." Rus Devrimi'nin hemen arkasından, 9 Kasım 1917'de, Sovyet Rusya bir açıklama yaparak gizli diplomasiyi kaldırdığını açıklar, bununla da kalmaz, Osmanlı'yı parçalamak üzere yapılmış olan, yazının başındaki gibi gizli anlaşmaları dünya kamuoyu önünde teşhir eder.. Bolşevik Devrimi, tam da Türkiye'nin en ihtiyacı olduğu zamanda gerçekleşmiştir denebilir. Böylece Türkiye, Doğu Cephesi'nde düşmanı olan Çarlık ordusundan kurtulduğu gibi, onun yerine gelen Sovyet iktidarı sayesinde dost bir devletle komşu olmuştur.. 3 Mart 1918'de Sovyetler Birliği artık son yıllarını yaşamakta olan Osmanlı Devleti ile Brest-Litovsk barışını imzalar. Bu antlaşmaya göre Sovyet Hükmeti Çarlık döneminde işgal edilen Türk topraklarından en geç iki ay içerisinde çekileceğini ilan eder. Bolşeviklerin elinden yakasını kurtaran generaller, amiraller, soylular, burjuvalar ise İstanbul'a kapağı atacak, pek çok Rus seçkini Mütareke dönemi İstanbul'una sığınacaktır..
(EMİNE UŞAKLIGİL, "Benim Cumhuriyet'im")
20 Ekim 1917 tarihli, "Rusya'nın ve Doğu'nun Bütün Müslüman Emekçilerine" başlıklı bildiride şu cümleler geçer : Tahtı...
"93 Harbi" diye bildiğimiz 1876-77 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı maliyesini derinden sarsan savaşlardan biriydi. Devlet, aynı Kırım Savaşı sırasında yaptığı gibi, bu savaşta da "93 Kaimeleri" adıyla hatırlarda kalmış paraları bastırdı. Ancak hem savaşın kötü gidişatı hem de sahte paraların piyasada dolaşması nedeniyle kaimelere kimse itibar etmedi. Hazine, tütün ve ispirtolu içkilere zam yaparak piyasaları rahatlatmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Toplanan 93 Kaimeleri, Beyazıt Meydanında halkın huzurunda demir kafesler içinde yakıldı..
1915 yılına gelindiğinde Osmanlı maliyesi kara kara Birinci Dünya Savaşı'nın masraflarını düşünüyordu. Kaime basamazdı, halk rağbet etmiyordu. İngiltere ve Fransa'dan borç isteyemezdi, savaşta rakip devletlerdi. Son çare, savaşta müttefikimiz olan Almanya'dan yardım almaktı. Maliye bürokratları, Alman hükümeti ile 6,5 milyon altın lira borçlanma konusunda anlaşmaya vardı. Bu paralara karşılık kağıt banknotlar basılacaktı. Ancak savaşın tahmin edilenden uzun sürmesi Osmanlı maliyesinin yeniden sıkışmasına neden oldu. Artık Almanya'nın da borç verecek durumu yoktu. Devlet en sonunda altın karşılığı olmayan kağıt paralar basmak zorunda kaldı. Savaşın sonlarına doğru Osmanlı'da kağıt para miktarı 155 milyon liraya kadar yükseldi. Tabii bu durum hem kağıt paraların değerinin düşmesine hem de enflasyonun önlenemez bir şekilde artmasına neden oluyordu. Bu arada hükümet bir tedbir olarak iç borçlanma yoluna gidilmesine karar vererek tahvil çıkarmaya başladı. Üstelik çıkartılan tahvillerin rağbet görmesi için kampanyalar yapıldı, konferanslar verildi, reklamlar yapıldı.. Nihayetinde yaklaşık 180 milyon lira tutarında tahvil satıldı. Halkın tahvillere gösterdiği bu rağbetten şunu anlıyoruz ki, insanlar ya da kurumlar aslında bu tahvilleri alarak kazançtan çok imparatorluğun itibarını kurtarmak istemişlerdi...
(MURAT KUTLU, "Sıradışı Osmanlı")
"93 Harbi" diye bildiğimiz 1876-77 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı maliyesini derinden sarsan savaşlardan biriydi. Devlet, aynı Kırı...
Çeçenistan’da Rus Ordusu ve Çeçen gerillalar arasında yaşanan muharebeler askeri tarih açısından önemli bir yere sahip olmakla beraber, özellikle Grozni’de yaşanan sokak muharebeleri, taktik ve stratejik açıdan çok önemli dersler barındırmaktadır. Amerikan Ordusu da bu operasyonları detaylıca inceleyip, önemli noktaları belirleyerek, kendi personelinin eğitiminde bu bilgilerden faydalanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Ordusu Eğitim ve Doktrin Komutanlığı tarafından yayınlanan ve Russel W. Glenn tarafından derlemesi yapılan konferans bildirilerinden oluşan Capital Preservation: Preparing for Urban Operations in Twenty-First Century isimli eserin içerisinde yer alan ve Grozni’de savaşan iki tarafı inceleyen aşağıdaki çalışmanın konuyla ilgilenenlere faydalı olacağını temenni ediyorum. Bu yazı, Amerikan Deniz Piyadeleri’nin istihbarat birimi olan Marine Corps Intelligence Activity mensubu olan Avrupa/Avrasya analisti Arthur L. Spreyer tarafından alınan dersler brifingi olarak hazırlanmış ve Mart 2000’de, Meskun Mahal Operasyonları Konferansı’nda sunulmuştur. Bu çalışma, tarafımdan Türkçe’ye çevrilerek ilk kez burada yayınlanmaktadır.
ÇEÇENİSTAN: SOKAK MUHAREBELERİNDEN ALINACAK DERSLER
Grozni Muharebesi’nde Çeçen direnişi tarafından uygulanan taktik ve stratejiler gelecekte yapılacak meskun mahal operasyonları açısından sıradışı dersler barındırmaktadır. Rusya Federasyonu’na bağlı Çeçenistan Cumhuriyeti’nin başkenti olan Grozni, 2. Dünya Savaşı’nda bu yana yapılan en büyük çaplı meskun mahal operasyonuna sahne olmuştur. Rusya’ya karşı halen mücadele etmeye devam eden Çeçen direnişi, 21. yüzyıla özgü şehir direnişleri için bir model teşkil eder. Çeçen taktikleri dünyadaki diğer direniş örgütleri tarafından incelenmektedir ve belki bir gün Kosova, Bosna, Endonezya veya Liberya sokaklarında Amerikan birliklerine karşı uygulanacaktır.
Çeçenistan Neden Önemli?
“Savaşın geleceği Çöl Fırtınası’nın oğlu değil, Çeçenistan’ın üvey çocuğudur.” – Em. General Krulak (Birleşik Devletler Deniz Piyadeleri) 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük şehir muharebesidir. Rusya, bir meskun mahal içerisinde konvansiyonel askeri gücü her açıdan uygulamıştır. Çeçenler küçük, dağınık ve hafif silahlı bir direniş hareketinin meskun mahalde büyük konvansiyonel bir orduya nasıl karşı koyacağını göstermişlerdir.
Çeçen Direnişi Modern şehir gerillasına ders kitabı niteliğinde bir örnek teşkil ettiler. Asimetrik savaş icra ettiler. Milliyetçi/dini/politik bir direniş oluşturdular. Uluslararası organizasyonlarla bağları vardı. Çeçenler Ruslar’ı klasik muharebe usülleriyle mağlup edemeyeceklerini biliyorlardı.
Ruslar’ın gücüne karşı koyabilmek için, onların zayıf yanlarına saldırdılar. Şehir içerisinde sürekli hareket ederek Ruslar’a karşı sabit bir cephe hattı tutmaktan kaçındılar. Çeçenler Ruslar’ın gerilerine saldırdılar ve onlarla kesin sonuçlu muharebelere girmekten kaçındılar. Çeçenler özellikle Orta Doğu ve Türkiye’de bulunan bağlantıları yardımıyla silah ve savaşçı ihtiyaçlarını karşıladılar. Çeçenler, dünyanın etnik yönden en çok çeşide sahip bölgelerinden biri olan Güney Rusya’nın Kafkasya bölgesinin dağlarında yaşayan, İslam dinine mensup, aşiret temelli bir etnik gruptur. Siyasi, kültürel, dini ve ekonomik sebeplerden dolayı Rusya’ya karşı bağımsızlıkları için savaşmaktadırlar. Ruslar ve Çeçenler Grozni’de iki büyük muharebe yapmışlardır. Bu muharebelerden biri 1994-1995 kışında, diğeri ise 1999-2000 kışında yapılmıştır.
Savaşın Arka Planı:
Çeçenistan Rusya Federasyonu’nun bir parçasıdır. Yıllarca Rus otoritesine karşı mücadele etmiştir. Son bağımsızlık mücadelesine 1990 yılında başlamıştır. Çeçen halkının Rus idaresine karşı mücadelesi çok eskilere dayanmaktadır. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından azimli bir şekilde bağımsızlık için mücadele ettiler. 1994 yılında Çeçenistan, bağımsızlık yanlısı ve Rus yanlısı grupların arasında yaşanan bir iç savaşa sahne oldu. 1994 Aralık ayında Rusya Çeçenistan’da tekrar Rus idaresini tesis etmek için bölgeye 40000 asker yolladı.
Savaş Öncesi Grozni Nüfus 50000 176 kilometrekare Yüksek binalar, endüstriyel tesisler ve banliyöler mevcut Sovyet standartlarına göre modern bir şehir Çeçen Stratejisi
Ø Ruslar’a kayıp verdirme
Ø Savaşı uzatma
Ø Gerilere saldırma Muharebeyi avantajlı coğrafyaya çekme Çeçenlerin Ruslarla savaşmak gibi hayalleri yoktu. Onlara karşı konvansiyonel muharebe usülleriyle savaşamayacaklarını biliyorlardı. Ancak, onları şehirlere çekip ciddi kayıplar verdireceklerine inanıyorlardı. Grozni’deki muharebe ilerledikçe, Çeçenler şehir ortamının kendi dağınık harekat usüllerine sağladığı belirgin faydaları görmeye başladılar.
Ruslar arazi ele geçirmekle uğraşırken, Çeçenler onlara kayıp verdirip, savaşı uzatmayı hedefliyorlardı. Çeçen liderler Ruslar’a günlük 100 kayıp verdirmeyi hedefliyorlardı. Çeçenlere göre, mücadeleye devam edip, Ruslar’a ağır kayıplar verdirirlerse, Ruslar eninde sonunda çekileceklerdi. Rus Stratejisi Önemli arazileri ele geçirme ve savunma Çeçen direnişini yoketme Savaşı kısa sürede sonlandırma Rus stratejisi basit ve dolaysızdı: Çeçen topraklarının kontrolünü ele geçirmek ve Çeçen direnişini yoketmek. Muharebe Kuruluşu
Ruslar
45000 asker – 1995
95000 asker - 2000
Çeçenler
15000 asker 1995’teki ilk savaşta Ruslar, ülkenin dört bir yanından Çeçen cephesine 45000’den fazla asker getirdiler. 2000 yılında bu rakam ikiye katlandı ve yaklaşık 95000 askere ulaştı. Geçici savaşçılar yüzünden Çeçenler’in sayılarını tespit etmek zordur. Çeçenlerin silah altında yaklaşık 15000 adamları bulunuyordu ancak Grozni’de faaliyet gösteren savaşçı sayısı 2000-3000 kadardı.
Grozni’de Çeçen Savunması
Çeçenler iki yıl boyunca şehir savunmasına hazırlandılar Şehir yöneticileri ve şehir planlama mühendislerinden faydalandılar Caddeler, binalar ve stratejik kavşaklar hakkında detaylı bilgileri vardı Çeçenler Rusların direnişi kırmak için doğrudan Grozni şehrinin içine zırhlı birlikler göndereceklerini biliyorlardı. Savunmalarını hazırlarken şehir coğrafyasından faydalandılar. Grozni’deki yolları, telefon ve elektrik hatlarını kontrol eden şehir görevlileri, Çeçen askeri liderlerine tavsiyelerde bulundular. Çeçenler düşmanlarını mağlup etmek için şehirdeki cadde, bina ve kavşaklar hakkındaki detaylı bilgilerine güveniyorlardı.
Çeçenistan’da Rus Ordusu ve Çeçen gerillalar arasında yaşanan muharebeler askeri tarih açısından önemli bir yere sahip olmakla beraber, ö...
Eşref Bitlis, Kuzey Irak'ta konuşlanmış durumda bulunan Çekiç Güç Kuvvetlerinin Türkiye'den ayrılması gerektiğini ve ABD'nin Kuzey Irak'ta oluşturmaya çalıştığı Kürt Devleti'nin Türkiye'nin zararına olduğunu söylüyordu. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri büyükelçiliği tarafından birkaç defa hükümete şikayet edildiği iddia edildi. 17 Aralık 1992 tarihinde Çekiç Güç'e bağlı Amerikan savaş uçakları, kendilerine bildirildiği halde Irak'ın Selahaddin kentine gitmekte olan Bitlis'in helikopterine taciz uçuşu yaptı ve helikopteri inişe zorladı. Komutanlığı döneminde JİTEM'in kurularak yargısız infazların yapılmasına ve itirafçılarla birlikte silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılmasına karşı çıktığı da basına yansıdı.Yine uçağının düşmesi sonucu vefat eden Eşref Bitlis, ölümünden 7 ay önce kendisini gelecekte genelkurmay başkanı olarak görmek isteyen dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a yazdığı son mektupta Kürt sorununa ilişkin şöyle yazmıştır:
"Sayın Cumhurbaşkanım, Zatı Aliniz bu olaya müdahil olmalı, aksi takdirde bölgede sonu alınamayacak ciddi risk ve tehditlerle karşı karşıya kalabiliriz."
---Eşref Bitlis'in Turgut Özal'a yazdığı 1993 tarihli mektubundan.---
Komplo Endişeleri:
7 Şubat 1993 tarihinde İncirlik Üssü'nden kalkan ABD uçaklarının, PKK'ya yardım dağıttığı" açıklamasını yaptıktan sonra 17 Şubat 1993 tarihinde içinde bulunduğu Beechcraft B200 King Air tipi uçağın henüz aydınlanamayan nedenlerle düşmesi sonucu hayatını kaybetti.Kazanın ardından olay yerinde inceleme yapan Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş uçağın düşüş sebebinin buzlanma ve pilotaj hatasını olduğunu söylemiş, ertesi gün Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada hiçbir bilirkişi ve teknik raporun olmadığı açıklandı. Kara Havacılık Okulu Komutanı Tuğgeneral Armağan Kuloğlu tarafından kazadan yarım saat sonra hazırlanan bilirkişi raporunda genelkurmay açıklamasını tekrarlamıştır.
Orgenaral Bitlis'in kamuoyunda tartışmalara neden olan ölümünün hemen ardından kendisine yakınlığıyla bilinen Cumhurbaşkanı Turgut Özal geçirdiği kalp kriziyle, ardından Bitlis'in ekibi içinde yer alan Rıdvan Özden ve Bahtiyar Aydın gibi bazı yüksek rütbeli askerler de görevi başında vefat etti. Aynı yıl Türkiye'de derin yankı uyandıran Uğur Mumcu ve Adnan Kahveci suikastleri yapılmış, Bingöl karayolunda 24 Mayıs 1993 PKK pususunda yolları kesilen 33 silahsız er öldürülmüş, hemen ardından Alevi-Sünni çatışmasına sahne olan Sivas Katliamı yaşanmış, yine aynı yıl PKK saldırısında 33 sivilin katledildiği Başbağlar Katliamı yaşanmış, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın Lice'de uzun menzilli tüfekle vurulması olayları arkası arkasına gerçekleşti.
Eşref Bitlis, Kuzey Irak'ta konuşlanmış durumda bulunan Çekiç Güç Kuvvetlerinin Türkiye'den ayrılması gerektiğini ve ABD'nin ...
İslam bilim tarihinde pek çok kadın bilim insanı vardır. Örneğin 9. yüzyılda yaşamış olan Müslüman kadın entelektüel Fatima El-Fihri en eski akademik derece veren kurum olan, Fas'taki El-Karaouine Üniversitesi'nin kurucusudur. 859 yılında kurulan üniversite, UNESCO ve Guinness Dünya Rekorları tarafından ilk ve en uzun süre eğitim veren üniversite olarak gösterilmektedir. Bu kurum günümüze kadar kesintisiz eğitim vermeye devam etmiş ve İslam dünyasında etkili olan birçok Müslüman düşünürü mezun etmiştir.
EMRE DORMAN
İslam bilim tarihinde pek çok kadın bilim insanı vardır. Örneğin 9. yüzyılda yaşamış olan Müslüman kadın entelektüel Fatima El-Fihri en e...
Her türlü zincirden, kilitten, sandıktan, düğümden ve kurtuluşlarıyla tanınan meşhur sihirbaz veya yaygın tabirle "escapist" (kurtulma ustası) Houdini, yeni bir şehre geldiğinde, diyelim Chicago'ya, önce polis karakolunu ziyaret eder, gazeteciler eşliğinde nezarethaneye gönüllü girmeye talip olur, polis şeflerine "beni bir hücrenize kapatın ama sonra hepiniz üst kata çıkın," dermiş. Polisler de Houdini'yi kelepçeleyip soğuk hücrelerden birine atar ve üst kata çıkıp gazetecilerle lak lak ederek bu işin sonucunda ne çıkacağını beklerlermiş. Bir süre sonra Houdini yukarı geldiğinde sadece kendisini kurtarmakla yetinmemiş aynı zamanda aşağıdaki tutukluların hücrelerini de değiştirmiş olurmuş !..
SÜREYYA EVREN
Her türlü zincirden, kilitten, sandıktan, düğümden ve kurtuluşlarıyla tanınan meşhur sihirbaz veya yaygın tabirle "escapist" (k...
Modern romanın öncüsü Miguel de Cervantes Saavedra (1547-1616) birikimli ve karizmatik bir kişiydi. Babası, iyi niyetli ama saf berber Rodrigo, "Don Kişot"un modelidir.. Babası bir arkadaşı tarafından dolandırılınca, çaresizlikten Cervantes korsanlıkta şansını dener. Osmanlı ile girişilen bir deniz savaşında sol kolunu yitirmiş, Cezayir'de beş yıl esir kalmıştır. Bahçıvanlık yaptığı malikanenin nazlı kızı Zahara'ya tutulur. Heyhat, güzeller güzeli Zahara, Cezayir'in göstermelik sultanı Abdülmelik ile evlenir. Sultan ölünce, o, Cezayirli Hasan Paşa ile evlenip İstanbul'a göçer.. Kadere bakın ki Cervantes de sonunda, aslında Midillili bir Rum olan Paşa'nın hizmetine girer. Ailesi gerekli esaret parasını denkleştirince serbest kalır. Son yapıtının adı "Konstantinopol'ün Kuşatılması"dır..
SELÇUK ALTUN
Modern romanın öncüsü Miguel de Cervantes Saavedra (1547-1616) birikimli ve karizmatik bir kişiydi. Babası, iyi niyetli ama saf berber Ro...
Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiltere propaganda alanında çok etkili bir çalışma yürüttü. Savaştan önce gazeteler üzerinde aşırı bir baskı göze çarpmıyordu. Bazı gazeteler savaş karşıtı yayınlar yapıyor, İngiltere'nin Almanya'ya karşı savaşa girmemesi görüşünü savunuyorlardı. İngiltere'nin savaşa girme kararı vermesinden sadece altı gün önce bazı İngiliz gazete başlıkları şöyleydi : "Niçin savaşmamalıyız ?", "Fransa, İngiltere ve İtalya halkları savaşa karşı çıkmalıdırlar"... İngiltere 4 Ağustos 1914 tarihinde savaşa girdikten sonra her şey birdenbire değişti. Artık bütün gazeteler hükümetin savaş çabalarını desteklemeye başladılar. Şimdi tek hedef zafere ulaşmaktı. İngiltere'de basın sektörünün neredeyse tamamına hakim olan gazete sahipleri hükümetle yakın bir işbirliği içine girdiler. 19. yüzyıl sonlarına doğru okuma yazma bilenlerin oranı hızla artınca yayınlanan gazete sayısı da artmış ve bazı işadamları 1888 yılından itibaren gazetelerin çoğuna sahip olmuşlardı. Onların talimatıyla gazete başlıkları İngiliz Hükümeti'nin beklentilerine göre atılıyordu. Bu başlıklardan biri şöyleydi : "Almanlar Belçikalı çocukların ellerini kesti." Diğer bir başlık : "Kanadalı subay Almanlar tarafından çarmıha gerildi." İngiliz propaganda teşkilatının yaydığı bir habere göre Alman askerleri Hollanda'nın Amsterdam şehrine girdiklerinde papazlardan bunu kutlamaları için kilise çanlarının çalınmasını istemişler, bunu yapmayı kabul etmeyen papazları çanların içine asarak öldürmüşler. Sokaklarda gördükleri küçük çocukları süngülemişler. Aslında bu başlıkların gerçekle ilgisi yoktu ve savaştan sonra hem İngilizler, hem de Belçikalılar bunların savaş yalanı olduğunu açıklayacaklardı..
(ONUR ÖYMEN, "Bir Propaganda Silahı Olarak Basın")
Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiltere propaganda alanında çok etkili bir çalışma yürüttü. Savaştan önce gazeteler üzerinde aşırı bir ...
Malazgirt Savaşı Malazgirt Savaşı 26 Ağustos 1071 tarihinde Alp Arslan tarafından yönetilen Selçuklular ile Bizans İmparatorluğu arasında gerçekleşmiş, Bizans İmparatorluğu'nun yenilgisi ve İmparator 4. Romen Diyojen'in esir düşmesiyle sona ermiştir.
Arka Plan
1060'lar süresince Selçuklu Sultanı Alp Arslan Türk müttefiklerinin Ermenistan ve Anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve Türkler buralarda şehirleri ve tarım alanlarını yağmaladılar. 1064 yılında Ani'deki Ermeni başkentini ele geçirdiler. 1068 yılında Romen Diyojen Türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat Koçhisar şehrini geri almasına rağmen yavaş ilerleyen askerleri hızlı Türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında Romen Diyojen, günümüzde Muş'un bir ilçesi olan Malazgirt'te Türklerce ele geçirilmiş olan bir Bizans kalesine doğru ikinci bir sefer düzenledi ve Alp Arslan'a bir anlaşma önerdi. Antlaşmaya göre Alp Arslan Urfa kuşatmasını sona erdirirse Romen Diyojen Koçhisar'ı geri verecekti. Romen Diyojen, bu antlaşmayı kabul etmediği durumda Alp Arslan'ı savaşla tehdit etti ve Alp Arslan'ın antlaşmayı kabul etmeyeceğini düşünerek ordusunu hazır hale getirdi, ki Alp Arslan da bu antlaşmayı reddetti.
Hazırlıklar
İlginç bir seçim olarak Romen Diyojen yanında eşlik etmesi için eski düşmanı olan Andronikos Dukas'ı getirmişti. Romen Diyojen en iyi generali olan Niceforos Botaniates'i, sadakatinden şüphe ettiği için (ki aslında Dukas'tan kesinlikle daha sadıktı) geride bırakmıştı. Bizans ordusu 5000 batıdan gelen ve yaklaşık bir o kadar da doğudan gelen Bizans askerinden; Roussel de Bailleul'e bağlı 500 Fransız paralı askerinden; biraz Türk, Bulgar ve Peçenek paralı askerlerinden, Antakya düküne bağlı askerlerden; yedek kuvvet olarak Ermeniaskerlerinden; ve belli sayıda da imparatorluk muhafızlarından oluşuyordu. Türk kaynakları Bizans ordusunun boyutunu 200.000'e yakın gösterir. Diğer kaynaklarsa bu rakamı yaklaşık 40.000 olarak tahmin eder.
Anadolu üzerindeki yolculuk uzun ve zorlu geçmişti, ve Romen Diyojen'in ordusu İmparator'un lüks bir araba ile yolculuk etmesinden rahatsız olmuştu. Ayrıca Bizans halkı Diyojen'in Alman paralı askerlerinin gerçekleştirdikleri yağmalamalardan dolayı zarar görmüştü. Bundan dolayı da Romen Diyojen Almanlar'ın birliğinin dağıtıllmasını emretmek zorunda kalmıştı. Ordu ilk olarak Sivas'ta dinlendi ve Haziran 1071'de Erzurum'a vardı. Orada, Diyojen'in generallerinden bazıları Selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve Alparslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. Nikeforos Bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. Sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.
Diyojen, Alparsleddetti.an'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve Malazgirt'i ve hatta Malazgirt yakınındaki Ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek Van Gölü'ne doğru ilerledi. Ancak, Alparslan aslında Halep, Musul ve diğer bölgelerden gelen 30.000 atlı ile Ermenistan'daydı. Alparslan'ın casusları Diyojen'in nerede bulunduğunu tamı tamına biliyordu ama Diyojen bundan haberdar değildi. O Alparslan'ın hareketlerini hiç bilmiyordu.
Diyojen, generali John Tarchaneiotes'e bazı Bizans askerlerini ve İmparatorluk muhafızlarını alıp Peçenekler'e ve Fransızlar'a Ahlat kalesine doğru eşlik etmesini emretti. Kendisi de ordunun geri kalanıyla Malazgirt'e doğru ilerledi. Bu karar muhtemelen güçleri iki tarafta da 20.000 asker olacak şekilde ikiye böldü. Tarchaneiotes'e ve ordunun yarısına ne olduğu tam olarak bilinmese de, görünüşe göre Tarchaneiotes Selçuklular'la karşılaştı ve kaçtı. Daha sonra Malatya'da ortaya çıktı ve Malazgirt savaşında yer almadı.
Savaş
Diyojen, Tarchaneiotes'in kaybından haberdar değildi ve Malazgirt'e ilerlemeye devam etti, ve 23 Ağustos'ta orayı kolayca ele geçirdi. Ertesi gün Bryennius altındaki keşif birlikleri Selçuklu ordusunu tespit etti ve Malazgirt'e geri çekilmek zorunda kaldılar. Diyojen saldıranların Alp Arslan'ın tüm ordusu olduğuna inanmayarak Ermeni generali Basilaces'i birkaç atlı birliğiyle dışarı gönderdi; bunun üzerine gönderilen atlı birlikleri yok edildi ve Basilaces esir alındı. Ardından Diyojen ordusunu formasyona soktu ve sol kanadı Bryennius altına aktardı, ki o da hızlıca gelen Türkler tarafından neredeyse kuşatılıyordu ve bir kez daha geri çekilmek zorunda kaldı. Geceleyin ise Türkler yakınlardaki tepelerde saklandı ve Diyojen'in karşı saldırı yapma ihtimalini neredeyse yok ettiler.
25 Ağustos'ta, Diyojen'in bazı Türk paralı askerleri Selçuklular'la karşılaştılar ve Bizans ordusundan ayrıldılar. Aynı gün, Diyojen de bir Selçuklu elçisini reddetti ve Tarchaneiotes'i geri çağırmaya çalıştı, ancak tabii ki çevrede ondan herhangi bir ize rastlayamadı. O gün boyunca hiçbir çatışma yaşanmadı, fakat 26 Ağustos'ta Bizans ordusu düzgün bir savaş formasyonuna geçti ve sol kanatta Bryennius'un, sağ kanatta Theodore Alyates'in ve merkezde imparatorun birlikleri olmak üzere Türk mevzilerine doğru ilerlemeye başladı. Andronicus Ducas da yedek birlikleri artçı olarak yerleştirdi. Selçuklular ise yaklaşık dört kilometre ötede hilal formasyonunda duruyordu ve Alp Arslan güvenli bir mesafeden olayları izliyordu. Bizanslılar yaklaştıkça Selçuklu okçuları saldırmaya başladı, ve hilalin merkezi devamlı geriye doğru giderken kanatlar da Bizans ordusunu çevreleyecek şekilde ilerledi.
Bizanslılar okçu saldırılarına aldırmadan ilerledi ve Alp Arslan'ın kampını akşama doğru ele geçirdi. Ancak, okçu saldırısına en çok mağruz kalmış olan sağ ve sol kanatlar, Selçuklular'ı yakın dövüşe zorlamaya çalışırken neredeyse dağılıyordu. Buna karşın Selçuklu atlıları ise sadece geri çekiliyorlardı. Selçuklular'ın yakın dövüşten kaçındığını gören Diyojen, gece çökerken geri çekilme emri vermeye mecbur kaldı. Ancak, sağ kanatın generali Theodore emri yanlış anladı; ve Diyojen'in eski düşmanı Ducas, imparatorun geri çekilişini korumaktansa, kasıtlı bir şekilde imparatoru dinlemedi ve Malazgirt dışındaki kamplarına kadar geri çekildi. Selçuklular da Bizanslılar'ın bu karışıklığını fırsat bilerek saldırıya geçti. Bizanslılar'ın sağ kanadı bozguna uğradı ve kısa bir süre ardından sol kanat da bozguna uğradı. Bizanslılar'ın geri çekilmesinin ardından Selçuklular Diyojen'i bulup esir aldıklarında Diyojen yaralanmıştı. Alp Arslan, birkaç gün sonra Romen Diyojen'i kasıtlı olarak serbest bıraktı. İmparator başkentine döndüğünde bir isyanla karşılaştı ve isyanın sonucunda gözlerine mim çekildi. Sonuç Zafer Türk ordusunun oldu. Romanos Diogenes tutsak edildi. Anadolu Türklerin eline geçti. Türkler ekonomik olarak güçlendiler. Haçlı Seferleri başladı. Anadolu sınırları dışında (İran, Azerbeycan, Horosan) yaşayan göçebe Türkler Anadolu'ya özellikle uc bölümlere (uc bölümler Türkler sınırları korumak için bazı Türk boylarını kendi sınırlarına gönderirilerdi, işte buna uc denmekteydi) yerleştiler (genelde Bbizans sınırına yerleştiler). Türkler bulundukları yerleri geliştirdiler böylece kültürel zenginliği artan Anadolu Türk yurdu olmaya başladı.
Malazgirt Savaşı Malazgirt Savaşı 26 Ağustos 1071 tarihinde Alp Arslan tarafından yönetilen Selçuklular ile Bizans İmparatorluğu arasınd...
1940'lı yılların sonları... Biga'da, kasaba alanında toplanan halk, bir büyücek evin ikinci kat balkonundaki Demokrat Partilinin çektiği nutku dinliyor. Dinleyiciler arasında hem DP'liler, hem de CHP'liler var.. Dinleyicilerden bir CHP'li, "Şu bizim halk ne yaptığını bilmez. Bakın işte, şu DP'li saçmasapan konuştuğu halde onu bile çılgınca alkışlıyor.." dedi.
Gerçekten de nutuk çeken saçmalıyor, öyle ipe-sapa gelmez şeyler söylüyordu ki, dinleyiciler arasındaki DP'liler bile çileden çıkmışlardı. Ama yine de, "Halkımız neyi alkışladığını çok iyi bilir" diye CHP'liye karşı çıktılar.
Halk bilirdi, bilmezdi derken, tartışma kızıştı. Kalabalıktan gelişigüzel birine nutku neden alkışladığını sormaya karar verdiler. Yırtık pırtık giysili bir yaşlı köylüye, içlerinden biri, "Baba, duyuyorsun işte, şu adam ipe-sapa gelmez sözler söylüyor da ne diye onun saçmalarını alkışlıyorsunuz ?" diye sordu.. Yaşlı köylü, kırçıl sakalını sıvazlayıp, kırışık yüzünde ışıltılı bir çizgi kalmış gözleriyle karşısındakileri süzerek şöyle dedi :
"Testinin yenisi suyu serin tutar. Bizim testideki suyun gayri içilecek durumu kalmadı. Toprağı hep bir toprak da olsa, testiyi yenilemek gerekir. Yenilerini alkışlamamız bundan.."
(AZİZ NESİN, "Geriye Kalan", 1975)
1940'lı yılların sonları... Biga'da, kasaba alanında toplanan halk, bir büyücek evin ikinci kat balkonundaki Demokrat Partilinin ...
Brooklyn'i Manhattan adasına bağlayan köprü, kablolarında çelik kullanılan ilk örnektir ve yapımı sırasında ilk kez hava basınçlı bir batırma sandığı içindeki patlayıcılar kullanılmıştır..
John Augustus Roebling'in şaheseri olan Brooklyn Köprüsü büyük zorluklarla, 1869-1883 yılları arasında inşa edildi. Roebling daha başlarda bir kaza sonucu ölünce, 1872'de başmühendis olarak görevi devralan oğlu Washington Roebling New York ayağının inşası sırasında yediği vurgun nedeniyle felç oldu. Columbia tepelerindeki evine mahkum olan Washington Roebling, inşaat alanını dürbünü ile izleyerek ve karısı aracılığıyla mesajlar göndererek operasyonu yönetmeye devam etti. İnşaat sırasında en az 20 işçi öldü ve birçoğu vurgun yedi..
Brooklyn Köprüsü'nün 486 metre uzunluğundaki ana kemeri, İskoçya'daki Firth of Forth Köprüsü 1890'da tamamlanıncaya kadar, dünyanın en uzunuydu. Dört kablo tarafından desteklenen gövdesi hem araç hem yaya geçidine açıktı. Kendine özgü özelliği, taşıt yolunun üzerindeki geniş yaya yoludur. Köprünün açılış günü, 24 Mayıs 1883, büyük kutlamalara sahne oldu ve yapının kendisi bir nesil için teknolojik gelişmelerin bir göstergesiydi..
Brooklyn'i Manhattan adasına bağlayan köprü, kablolarında çelik kullanılan ilk örnektir ve yapımı sırasında ilk kez hava basınçlı bi...
Büyük Taarruz’dan evveldi. O zamanlar beni sık sık yanlarında gezdirirlerdi. Bir gün hocalar ve askeri erkan çadırında toplandık..Hepimiz yerlerimizi aldıktan sonra şu suali sordular :
- Şer’i şerif(İslami hukuk) üzerine verilen fetvalarda tarik (yol) bir midir?
Biz kumandanlara, kumandanlar bize bakıştık. Mustafa Kemal Paşa, sualini daha basitleştirdi:
-Yani dinin en büyük mümessili, bir dini mesele hakkında iki türlü fetva verebilir mi?
Evvela kumandanlar cevap verdiler:
- Hayır… Biz cevap verdik:- Hayır…
O zaman hepimizin yüzüne baktı ve gayet sakin olarak: - O halde nasıl oluyor da İstanbul’da İstanbul Hükümeti’nin Şeyhülislamı, benimle hepinizin idamına fetva veriyor da, Anadolu’daki din mümessili aksini iddia ve ispat ediyor?
Hepimiz susuyorduk. Mustafa Kemal Paşa son sözü söyledi:
-Din ile dünya işlerini ayırmalıyız…
(Esat İLERİ Dünya Gazetesi 10 Kasım 1955) İ
şte arkadaşlar ülkemizde laiklik maddesinin özü budur.. Bakınız Kurtuluş Savaşında, yıllanmış Osmanlı paşaları yani Gazi Paşa ve arkadaşları hakkında İstanbul'daki Şeyhülislam idam fetvası verirken, Anadolu'daki 160 Müftü ve din adamı, Mustafa Kemal Paşa ve askerlerinin arkasındaydı.. O gün Paşamız, bir dini meselede iki ayrı fetva nasıl olur diye sorarak aslında fetvayı kullanarak bu topraklarda, milletin kaderine nasıl etki yapıldığını göstermeye çalışıyordu.. İşte bu yüzden Fetva Mercii tek bir birim olmuş, buna da Diyanet İşleri denmiş, din ile devlet işini ayırmış ki, böylece her önüne gelen her meselede farklı farklı fetvalar vermesin diye..
Büyük Taarruz’dan evveldi. O zamanlar beni sık sık yanlarında gezdirirlerdi. Bir gün hocalar ve askeri erkan çadırında toplandık..Hepim...
Friedrich Wilhelm Ernst Paulus, 1941 yılında Adolf Hitler tarafından generalliğe terfi ettirildi ve 6. Ordu ile beraber Dnepropetrovsk savaşını kazandı. Bunu takip eden savaşlarda mühimmat, özellikle benzin sıkıntısı çekmesine rağmen büyük başarılar elde etti. Paulus'un yeni görevi Stalingrad'ı ele geçirmekti. Ruslar Stalingrad önlerinde 600.000 kişilik birlikle Paulus'un 6. ordusunu karşıladılar. Zor durumda olan Paulus'un yardımına Feldmareşal Paul Ludwig Ewald von Kleist'ın 1. Panzer ordusu geldi. Tekrar toparlanan 6. Ordu Stalingrad'a girmeye başladı. Ana birliklerden uzaklaşan Almanlar tankların zor ilerlediği yıkık evlerden sniper (keskin nişancı) atışların yapıldığı dar sokaklarda çok adam kaybetmeye başladılar. Ruslar taze birliklerle 6. orduyu kuşatmaya başladılar. Hitler, Hermann Hoth komutasındaki 4. Panzer ordusunun 6.orduyu kurtarmasını istedi, fakat bu gerçekleşmedi. Artık Alman ordusu çepeçevre sarılmıştı. Hitler son kez Paulus'tan bir yarma harekatna girişmesini istedi. Paulus bunu reddetti. Paulus'un teslim olmayı düşündüğünü anlayan Hitler ona "Sizi feldmareşal yapıyorum ve şunu unutmayın ki şimdiye kadar hiçbir Alman feldmareşali esir düşmedi" dedi. Ertesi gün, 31 Ocak 1943'de Paulus teslim oldu... Resmi Sovyet askeri tarihçileri, şehrin savunması sırasında yaklaşık olarak 1 milyon yüz bin Sovyet askerinin hayatını kaybettiğini tahmin etmişlerdir..
Friedrich Wilhelm Ernst Paulus, 1941 yılında Adolf Hitler tarafından generalliğe terfi ettirildi ve 6. Ordu ile beraber Dnepropetrovsk sa...
Avustralyalı sanat tarihçisi Robert Hughes, "O, portresini yaptığı insanları soylu olarak göstermeye çalışan bir ressam değildi. İşte bu yüzden de Caravaggio'dan sonraki gerçekçilik akımının ilk 'gerçek' tanrısıydı" diye anlatıyor Rembrandt'ı.. Rembrandt van Rijn, sanat tarihine "en çok portre yapan" ressam olarak geçti. Üstelik o, portrelerinde idealize etmekten kaçınan, kişinin karakteristik özelliklerine odaklanan ve ışığı yorumlayış biçimiyle resmi "canlı" kılan bir ressam. Rembrandt'ı kısaca "ışığın ressamı" olarak tanımlamak mümkün..
Avustralyalı sanat tarihçisi Robert Hughes, "O, portresini yaptığı insanları soylu olarak göstermeye çalışan bir ressam değildi. İşt...