Nuri Demirağ'ın Beşiktaş da ki fabrikasında üretilen ilk "Türk Yolcu Uçağı"nın ilk uçuş denemesi 10 10 Ocak 1944'de Yeşilköy'de yapıldı.
İlk Türk yolcu uçağı. Nu 38 modeli Türk mühendisleri tarafından çizildi, motorlar hariç tüm aksam Türk teknisyen ve işçileri tarafından yapıldı. Nu.D-38 adıyla anılan ve saatte 325 km sürat yapabilen bu uçak 6 kişilik, çift kumandalı, 2200 devirli 2 adet 160 beygir gücünde motora sahipti...
Alüminyum gövdeli, boş ağırlığı 1200 kg. dolu ağırlığı 1900 kg... 325 km. menzile sahip. 3,5 saat havada kalan. Tavan irtifası 5.500 metre olan çağının mükemmel bir uçağıydı.
İlk denemeleri pilotlar Basri Alev ve Mehmet Altunbay tarafından yapıldı ve devam eden uçuşlarında Galip Demirağ da katılarak bu uçakla Ankara ve İzmir’in yanı sıra Atina ve Selanik’e de gitti.
Deneme uçuşlarından olumlu sonuçlar alınması üzerine 26 Mayıs 1944 tarihinde yapılan "Nu.D-38" uçağı İstanbul-Ankara seferine başladı. Uçakta 2 pilot, Tasvir-i Efkar gazetesi sahibi Ziyat Ebuzziya, Vatan gazetesi muhabiri Faruk Fenik ve sahibi Nuri Demirağ vardı. Uçak Ankara Havaalanına başarı ile indi.
Beşiktaş’daki uçak fabrikasında imal edilen Nu.D-38 uçaklarının testlerinde kullanılmak üzere Yeşilköy'de, şu anda Atatürk Havalimanı olarak kullanılan alan, o zamanki adı olan “Elmas Paşa Çiftliği”ni satın alınarak, 1559 dönümlük geniş bir arazi üzerinde, (1000 x 1300) metre ölçülerinde bir uçuş sahası yaptırıldı. Bu saha üzerine Nuri Demirağ Gök Uçuş Okulu, uçak tamir atölyesi, hangarlar ile deniz tayyareleri için sahilde bir kızak yapıldı. Yeşilköy tesisleri 17 ağustos 1941'de törenle hizmete açıldı.
Nuri Demirağ'ın Beşiktaş da ki fabrikasında üretilen ilk "Türk Yolcu Uçağı"nın ilk uçuş denemesi 10 10 Ocak 1944'de Ye...
10 Ocak 1919 Fahreddin Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusunun Medine Müdafaası sona erdi. I.Dünya Savaşı fiilen sonlandı.
Direniş boyunca Medine'de bulunan Hilal-i Ahmer gönüllüsü Feridun Kandemir, Osmanlı askerlerinin Medine'den ayrılışını hatıralarında şöyle anlatır:
''Kimi kolsuz, kimi bacaksız kalmış askerlerin, birbirlerine sokulup yardım ederek halsiz, mecalsiz bir durumda, son defa Haremüşşerif'i ziyaretle Ravza'ya yüzlerini sürerek dualar ede ede yaptıkları veda, görülecek şeydi. İngiliz altınları ile beslenerek Türk'e diş biler hale getirilmiş bazı sözde Araplar bile bu manzara karşısında göz yaşlarını tutamamışlardı. Bizimle beraber Medine'de kalıp aylarca süren muhasaranın her türlü sıkıntısını çekerek açlığına bile katlanan yerli Araplarsa tam bir matem havası içinde hüngür hüngür ağlıyorlardı''
10 Ocak 1919 Fahreddin Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusunun Medine Müdafaası sona erdi. I.Dünya Savaşı fiilen sonlandı. Direniş boyunca M...
Hayatın kutsallığının en kadim sembolüdür. Bilinen en eski tasvirlerinin mö. 4. bin yılda yaşayan Sümerler'e ait olduğu ve bugün de en az o günkü kadar kutsal bir anlam içerdiği göz önünde bulundurulursa, tam 6 bin yıllık bir ortak mirasın en değerli temsilcisidir hayat ağacı. Tüm kültürlerde yaşamın bir ağaç üzerinden tasviri yaygındır. Türklerin gözünde yaşam ağacı, köküyle toprağa ve dünyevi yaşama sımsıkı tutunurken, dallarıyla göğe ve manevi âleme uzanır. Şamanist geleneğe göre Dünya, göksel alemle yaşam ağacı aracılığıyla ilişki kurar ve onun özsuyuyla beslenir. Tıpkı anne rahmindeki bir bebek gibi. Ölümsüzlüğü simgeler, günümüzde halılarda, ahşap oymalarda, çinilerde sıkça rastlanır. Osmanlı kültüründe koruyuculuğuna ve uğur getirdiğine inanılan servi ağacı bezeme motifi olarak kullanılmış. Almanlar ıhlamur,fransızlar meşe, lübnanlılar sedir, sibiryalılar kayın kullanmışlar. Erken Anadolu beylikleri ve Selçuklu döneminde medrese, cami gibi yapıların dış taş süslemeleri için de kullanılırdı.
Bu hayat ağacı motifleri bir ejder veya aslan motifi üzerinde yükselen defne ağacı, bunun üzerinde çift ya da tek başlı bir kartal figürü ile sonlanır...
En güzel örnekleri Kasimiye Medresesi, Yakutiye Medresesi duvarları üzerinde ve Mardin'de görülebilir.
Hayatın kutsallığının en kadim sembolüdür. Bilinen en eski tasvirlerinin mö. 4. bin yılda yaşayan Sümerler'e ait olduğu ve bugün de e...
Rıfat Ilgaz, Hababam Sınıfı adlı kitabıyla ilgili bir röportaj verirken “Nasıl bu kadar güldüre bildiniz?” sorusuna
“Eskiden idamlar sabaha karşı yapılırmış. Belli bir süre sonra idam yaklaştığında tüm dükkanlar açılmaya, esnaf satış yapmak için bağırıp çağırmaya başlamış. Bunun üzerine aileler de o saatte sokağa çıkmaya başlamış ve idam vakitleri panayır havasında bürünmüş. Sonuçta da ölen bir adama bakarak gülen bir halk görüntüsü oluşurmuş. Ben de çöken eğitim sistemini anlattım. Hepimiz ölen bu sisteme bakarak güldük.” cevabını vermiştir.
Rıfat Ilgaz, Hababam Sınıfı adlı kitabıyla ilgili bir röportaj verirken “Nasıl bu kadar güldüre bildiniz?” sorusuna “Eskiden idamlar saba...